28 Aralık 2008 Pazar

Bir Yiğidin Öyküsü


Yıl 1929… Dünya büyük bir krizle tanışıyor. Tanışıyor diyorum çünkü kriz asıl kendini 1930 yılında gösterecek. Hele ki sanayileşmiş ülkelerde… Evsiz ve işsiz kalmış insanlar, sefaletin hüküm sürdüğü bir ortam… Büyük Buhran’ı birçok nedene dayandırmak mümkün elbette. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, ürettiğin satamayan girişimciler ( ki buna birde asıl sebebin satılamayan ürünler olduğu anlayışına çözüm olarak gümrük duvarlarının çekilmesi eklenince ihracat yapma olasılığı da ortadan kalktı), yolsuzluklar, bozuk mali yapı, “bırakınız yapsınlar” anlayışı.

Birçok açıdan benzerlikler söz konusu şimdiki durumla. Hele ki bozuk mali yapılar,gelir dağılımı adaletsizliği, denetimlerin ve yasaların yetersizliği ve de yolsuzluklar… Ancak Büyük Buhran kadar korkutmuyor bu kriz piyasa aktörlerini sebebi ise zamanında müdahale ve Merkez Bankalarının gözünü kırpmadan akıttıkları paralar. Ekonomiler “harcayınız, paranızı yemekten çekinmeyeniz” sloganlarıyla yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Hatta geçtiğimiz haftalarda Merkez Bankları “ harcamazsanız bizden bir şey beklemeyiniz” dercesine faizleri “sıfır seviyesine” çektiler. Artık paranın bir tasarruf olarak elde tutulması bir anlam ifade etmiyor. Elinizde kaldıkça değer yitiren harcadıkça değerlenen bir araç halini aldı şimdilerde para… Öyle ki bu faiz seviyelerinde paranızı bankaya yatırdığınızda kesintiler ile zarar edecek duruma gelindi. ABD’nin başlattığı ve tüm ülkelerin karşılık verdiği “faiz indirimi yarışmasına” Türkiye’de katıldı. Ama yine de sıralamada halen İzlanda’nın ardından en yüksek faizi veren ikinci ülke konumundayız.Ancak İzlanda’nın finans sisteminin çökmesi ile daha cazip bir ülke durumunda Türkiye. (Acı bir not : Verilen bu faizlerin uzun vadede Türkiye’ye maliyeti çok yüksektir. Bırakın kazanç sağlamayı verilen bu faizlerin maliyetleri alınan paraların iki katının geri ödenmesi şeklinde olabiliyor. ) Tabi bankalar da bu durumdan yararlanmak için yeni finansal enstrümanlar için düğmeye bastılar. Japonya’da faizlerin yok denecek kadar az olması nedeniyle ( 0.30 ) ellerindeki paraları bir anlam ifade etmeyen Japon işçilerin paralarını çekebilmek için onlara özel “kağıtlar” çıkarılıyor. Kur riskinin büyük bir bölümünün gerçekleştiğini düşünürsek ekonomimiz“carry trade “ cenneti olmaya devam ediyor. Bunun anlamı düşük faizli Japonya’dan borçlanan işçilerin ( sadece işçiler değil tabi ki ) Türkiye’de paralarına para katması. Enflasyon hedeflemesi sebebiyle ( ne kadar geçekçi olmasa da ) çok fazla faizlerin indirilemeyeceği görünmektedir. Politikayı kötülemek niyetinde değilim. Krizi az zarla yaşayan ülkelerden olduğumuz inanıyorum. Ancak düşünmeden de edemiyorum. Farklı stratejiler izlenemez mi? Başka bir yol yok mudur? Sıcak para daha ne kadar içimizi yakmaya devam edecek?

(Birde krizi fırsat bilip işten çıkaranlara sözüm var. Bu şirketler sadece ortamdan faydalanmaktadırlar, tekrar işe alımlarda çok büyük avantajlarla çıkardıkları işçileri alacaklar. Oysa o şirketleri o konuma getirenler sadece üst kademe yöneticileri değil. Hatta onları üst kademe yöneticisi yapanlarda yine bugün işsiz bıraktıkları garibanlardır… “Vefa”yı krize kurban mı verdik? Asıl şimdilerde güvenme, çalışma zamanı, saklanma zamanı değil… )
“Borç yiğidin kamçısıdır” anlayışıyla yiğit bir milletin sırtına sırf yiğit diye, devletinin arkasında diye, ekmeğini taştan çıkarır faiz borcunu öder diye, kriz yokken bile kriz varmışçasına yaşamayı bilir diye bu yükü sırtına vurmak ne derece doğru?

Bu “yiğit” millet gün gelir yiğitliğinin farkına varır… İşte o zaman hesap soracaktır…

1 yorum:

yansıma dedi ki...

Bu ülkede krizden çok krizci var demek herhalde yazının son parağraflarının özeti olsa gerek...
kötü haber çığırtkanları yine ek mesai yapıyor...
Bu millete yaşattıkları zararı bir gün elbette hepimizin huzurunda ödeyecekler ancak o gün gelmeden bir yolu bulunmalı hala insafını midesine yedirmemiş iş adamları,ekonomistler bu işin üstesinden gelmeli diye düşünüyor,uzun süredir beklenen yazı için de teşekkür ediyorum,ayrıca 'carry trade' in Japonya'dan türediğini bilmiyordum,hele ev hanımlarından esinlenilmesi ilginç olmuş...